KENDİ ELLERİYLE YONTTUKLARINA TAPANLAR

Saffât; 95: “ Dedi: Kendi ellerinizle yonttuklarınıza mı ibadet ediyorsunuz?” Gâle e ta’budûne mâ tenhitûn?)

Yazının başlığı görüldüğü Hz. İbrahim’in bu sorusundan alınma.

Ama ne soru?

İbrahim’in soruları” arasında en sarsıcı olanlarından birisi daha…

Malum, Hz. İbrahim’e sağlığında üç beş kişi bile inanmamıştı. Ama öyle sorular sormuş, öyle sorgulamalar yapmıştı ki açtığı çığır imparatorlukları çatırdatmış, kâşaneleri yıkmıştı…

Ayette geçen “tenhît” bir şeyi yontmak, elleriyle içini oymak demek. Örneğin Arab heykeltıraşa bu kökten “tenhitu’l-temâsil” demiş… Yani resimleri/temsilleri elleriyle oyan, yontan, şekil veren…

***

Kur’an bu kelimeyi birkaç yerde daha kullanıyor, bakın nerelerde:

“Âd kavminin ardından yeryüzüne sizi yerleştirdi. Düzlüklerinde saraylar, dağlarında evler (köşkler) yontuyorsunuz. Artık Allah’ın nimetine düşünün de yeryüzünü talan etmeyin.” (A’raf; 74).

“Siz burada rahat ve lüks içinde yaşayacağınızı mı sanıyorsunuz? Böyle bahçeler, çeşme başları, salkım, salkım hurmalar ve ekinler içinde? Dağları yontup saray yavrusu evler (köşkler) yapıyorsunuz. Allah’tan sakının ve sözümü dinleyin. Haddi aşanların, yeryüzünü talan edenlerin peşinden gitmeyin.” (Şuâra; 146-153).

Görüldüğü gibi, bu sözler, Âd kavminin ardından yeryüzünde (ortadoğuda) kök salan Semud kavminin “zenginlikten şımarmış ileri gelenlerine” Hz. Sâlih tarafından söylenmekte.

Onlar yeryüzünün ovalarında saraylar, dağlarında köşkler yapmış, rahat ve lüks içinde yaşayan, geniş bahçelerde, çeşme başlarında, salkım salkım hurmalar ve çiftlikler içinde, korunaklı saraylar/duvarlar (burç/burj/burjuvazi?) içinde yaşamaktaydılar. Allah’tan (halktan) bîhaberdiler. Dışarıda ne olup bittiğinden haberleri yoktu. Kendi elleriyle yontukları sarayların etrafına, yine kendi elleriyle yontukları korunaklı duvarlar örmüşlerdi. Gayet âsude bir hayat sürüyorlardı. Üstelik bütün bunları yeryüzünü talan etme pahasına yapıyorlardı.

Hz. Salih onlara “Allah’ın devesine (yeryüzüne/kamuya/ortak olana) dokunmayın!” dedi.(bkz. ‘Allah’ın devesine dokunmayın’ başlıkla makale).

Şuâra suresinde Sâlih’in dilinden Semud’un anlatıldığı bu bölümün hemen öncesinde de Hûd’un dilinden Âd kavmi anlatılır. Tema yine aynıdır:

“Ne kadar güçlü ve zengin olduğunuz görünsün diye dağa taşa binalar yaparak gönül mü eğlendiriyorsunuz? İçinde ebedi kalacakmış gibi villalar, kâşaneler dikiyorsunuz. Önünüze gelene merhametsiz zorbalar gibi saldırıyorsunuz. Allah’tan sakının ve sözümü dinleyin.” (Şuâra; 128-132).

Bundan önce de Nuh’un dilinden kavmin “bahçe, çiftlik, yontulmuş saray ve köşk sahipleri” şöyle demektedir: “Toplumun en aşağı tabakasının sana uyduğunu göre göre sana inanmamızı mı bekliyorsun?” (Şuâra; 111).

Bundan önce de İbrahim anlatılmakta ve o ünlü sorusu yer almakta: “Siz neye tapınıp duruyorsunuz?” (Şuâra; 70).

Buraya bir mim koyalım. Yontularak yapılan köşklerin, sarayların, bahçelerin, hurmalıkların, ekinlerin vs. “put” haline dönüştüğü yer burasıdır çünkü.

İnsanlar kendi elleriyle yontuklarını (saray, servet, köşk, bahçe, çiftlik, iktidar, güç, otorite vs.) yegâne amaç ve varlık gayesi haline getirince, bunlar üzerinden ve bunlara dayanarak sınıflaşma, tekelleşme, hiyerarşi ve hegemonya üretilmeye başlanınca ve her biri bir temâsil/heykel şeklinde ifade edilmeye başlanınca birer put oluyorlar.

İbrahim’in “Neye tapıyorsunuz, kendi yonttuklarınıza mı? sorusuna, “Putlara (esnâm) tapıyoruz, onların başında dikilmeye de devam edeceğiz.” (Şuâra; 71) şeklinde verilen cevapta geçen “putların” (esnâm) altında neyin yattığını anlamak istiyorsanız Şuâra suresinin İbrahim’den sonra gelen Nuh, Ad ve Semud bölümlerini (Şuara; 69-159) yeniden okuyun. Yukarıda özetleyerek verdim.

Surenin esas mesajı Mekke’nin “ovalarda saray, dağlarda köşk yontanlarına” yönelik. Türkçede “yazları sayfiyelerde, kışları köşklerde” dediğimiz şey. Tabi Mekke üzerinden günümüzün sayfiye, köşk ve kâşane sahiplerine yönelik…

Kur’an’ın konuları birbirine bağlayarak devam eden bilinçli akışını burada kesip, işi iyice tefsire dökmeden konuyu güncelleştirerek devam edelim…

***

“Kendi ellerimizle yonttuklarımıza tapmak” ne demektir?

Ali Şeriatî “put”u şöyle tarif eder: Allah’a kendi koyduğun (yonttuğun) kurallarla ibadet edersen O’nu kendi putun yaparsın!

Demek “Allah” bizim için put olabilir.

Allah’a nasıl ibadet edileceğinin kurallarını sen kendin koyduğun zaman “Allah” adında bir puta tapmış olursun. O Kur’an’daki Allah olmaz.

Çünkü Allah ile diyaloğa girmiyorsun. Kuralları tek yanlı olarak sen koyuyorsun. Allah’ı “susan Tanrı” yapıyorsun. Kuralları sen kendin koyuyorsun (yontuyorsun), sonra dönüp kendi kurallarınla O’na tapınıyorsun, işte bu puttur.

Oysa Allah insanları zaten kendi uyduğu kurallara çağırıyor; gelin benim uyduğum, kendime farz kıldığım şeylere siz de uyun diyor.(bkz. ‘İlkeli Allah, ilkeli peygamber’ başlıklı makale).

Keza “Kur’an” da bizim için put olabilir.

Kur’an’a hangi gözle bakacağının kuralını/ölçüsünü sen kendin koyduğun (yonttuğun) zaman onu da put yapmış olursun. Peki, bizim değil; onun bakmamızı istediği yerin ne olduğunu nereden bileceğiz?

Ben bunun, daha kapaktaki isimde verildiğini düşünüyorum: Kur’an-ı Kerim! (bk. ‘Kur’an’ı , kerim gözle oku’ başlıklı makale).

Şu halde Kur’an’a, “kerim” gözle bakmayan tüm okumalar, onu put haline getirebilir.

Kendine bir bakış/ölçü/göz belirlersin (yontarsın). Örneğin Kur’an’da ‘bilim’ ararsın, ‘şifre’ kovalarsın, ‘ezber’den başka bir şeyi ile ilgilenmezsin, ‘şifa’ niyetine okuyup üfürme aracı yaparsın vs.

Bunlar Kur’an’ı ‘kerim’ gözle okumalar olmayıp, Kur’an’ı okuyanın putu haline getirebilir.

Bu nedenle artık “Kur’an okuyalım, Kur’an’a dönelim” çağrılarının önemi kalmamıştır. Artık esas mesele “Kur’an’ı hangi gözle okuyacağımız” dır. Bunun, çok daha önemli olduğunu düşünmekteyim. (bkz. ‘Hangi Kur’an’ başlıklı makale).

Kerem, malum karşılıksız verme/cömertlik ve bundan kaynaklanan asâlet/şeref/onur demektir. Paylaşımın, bölüşümün, diğergâmlığın, kardeşliğin, dostluğun, ötekiciliğin tüm kuralları buradan çıkar. Kur’an’ı bu gözle okumadığınız zaman, onun ayetlerinin derûnunda yatan ruhun ne olduğunu anlayamazsınız. Bu nedenle Kur’an’ı kendi ellerimizle yonttuğumuz kurallara göre değil; onun koyduğu kurallara göre okumalıyız. Bunun için de önce kapaktaki isme bakmalıyız; Kur’an-ı Kerim… Bu şu demek: Ey okuyucu! Eline aldığın bu Kitab’ı ‘Kerim’ gözle okursan derinliklerime girebilirsin! Aksi halde bardağı dışarıdan yalar ama suyumu içemezsin!

Keza “Peygamber” de put olabilir.

Peygambere “Kuru hurma yiyen bir kadının oğlu” olarak bakmaz, onu yiyen, içen, düşen, kalkan, evlenen, savaşan Allah’ın kulu ve elçisi, bir beşer olarak değil; sihirbaz, kâhin, mecnûn, şâir olarak görürsen ve çarşılarda değil; harikalar diyarında dolandırırsan, kendi ellerinle yonttuğun bir peygambere tapmış, kurgusal bir Muhammed yaratmış olursun.

Böylesi bir peygamber, Allah’ın kitabında özelliklerini anlattığı, ona nasıl, nereden ve “hangi gözle” bakmamız gerektiğini açıkça gösterdiği (Resûl-ü Ekrem/Kerim Elçi) değildir artık. Bilakis artık o, tarihte bu özellikleri ile yaşamış gerçek bir kişilik değil; senin kendi ellerinle yonttuğun, özelliklerini (nasıl birisi olduğunu) kendin kurguladığın muhayyel bir puttur. Ve sen artık “kerim elçiye” tabi olmuyor, kendi kurguna tapınıyorsundur. (bkz. ‘Hanginiz Muhammed’ başlıklı makale).

Kur’an kendine nasıl “kerim” demişse, elçisine de “kerim” diyor. Bunlar Kitab’a ve Peygamber’e “ne gözle” bakacağımızın göstergesidirler, boşuna söylenmiyor.

Bu durum (kurgulama/yontma) sadece peygamberler için geçerli değildir. Tarihin tüm geçmişte yaşamış simaları; liderler, bilgeler, filozoflar, ulusal kahramanlar vs. hepsi için geçerlidir.

***

Kendi ellerimizle yonttuklarımız, sadece Allah, Kitap ve Peygamber anlayışında olmaz.

Çevremiz kendi ellerimizle yonttuklarımızla doludur.

Hayatımız kendi ellerimizle yonttuklarımıza tapmakla geçiyor.

İnsanoğlunun kendi elleriyle yontarak yaptığı en büyük icadı hiç şüphesiz “mamon” (para) dır. Yontulduğu günden beri kendisine perestij edilmekte ve gelmiş geçmiş en büyük “yonut” olma özelliğini sürdürmektedir. En parlak çağları hiç şüphesiz içinde yaşadığımız kapitalizm çağıdır.

Ruhlara öylesine nüfuz etmiş ki insanlar onsuz bir hayat düşünemiyor. Şu gök kubbe altında “Tanrı öldü” diye bile ses duyuluyor ve fakat “Mamon öldü” diye bir fısıltı bile duyulmuyor. İnsanlar önce ruhlarından esir alınmış, mamonun boyunduruğu altına girmiş durumda.

Oysa mamonsuz bir dünya mümkündür. Ruhları buna inanabilecek kadar özgür ve güçlü olmayanlar için söyleyelim, en azından, tanrı olmaktan; tapınma nesnesi bir yonut (put) olmaktan çıkacağı bir dünya mümkündür.

Kendi ellerimizle yonttuklarımız sadece mamon da değildir.

Kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz “başarı”ya tapar. Öyle ki o noktaya “dişimizle tırnağımızla kazıyarak” (yontarak) gelmişizdir.  Bu nedenle de tapınılmaya layıktır.

Kimimiz kendi ellerimizle yontuğumuz “bahçelere, saraylara, köşklere” tapar. Öyle ki onlar ne kadar güçlü olduğumuzun göstergesidirler ve “yıkılmayacak bir mülkün” abideleri olarak bize korkulardan emin, güven dolu bir gelecek vadederler. Onlara baktıkça içimiz huzurla dolar, ruhumuz secdelere kapanır.

Kendi ellerimizle yonttuğumuz evlerin mobilyasına, arabaların kaportasına rukû ile yaklaşır, başköşelere oturturuz. “Şehrin tapınaklarına” (AVM’ler) mabede gider gibi huşû içinde gideriz. Alışverişte aldıklarımızı eşyada ruh gören ilkel dinler gibi sever, okşarız. Bir tür modern animizmdir bizimki. Dünya malını çok sever, eşyaya tapınırız. Kendi ellerimizle yonttuklarımızdan haz alırız. Haz aldıkça da onun kölesi oluruz. Esaret bile değildir bizimki. Çünkü esaret bedende olur, asıl kölelik ruhtadır.

Kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz “iktidara, devlete” tapar. Öyle ki yönetirken ve emrederken şehvet hazzı tadarız. Yaptığımız devrimler, kurduğumuz düzenler, çıkardığımız kanunlar bize hegemonya hazzı tattırdığı için, hem kimseyle paylaşmak istemez hem de sonuçta bunların insan için olduğunu, eskidiğini, zamanla değiştirilmesi gerektiğini söyleyenleri mahkum ederiz, asarız, öldürürüz.

Kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz (edindiğimiz) “bilgiye” tapar. Öyle ki “Bu servet bana bendeki bilgi sayesinde verildi” deriz. Bilgi bize “yıkılmayacak bir mülkün” yolunu açtığı için onu elde eder ve kimseyle paylaşmak istemeyiz. Kulak hırsızlığı veya büyücülük yoluyla da olsa mutlak suretle onu ele geçirmek isteriz. İnsanlara “yılan” göstererek mutlak bilginin bizde olduğunu, karşı konulmaz bir gücün sahibi olduğumuzu hissettirir ve “itaat” isteriz. Bir Musa çıkıp dümenimizi bozunca onu asla affetmez, boğmak isteriz.

Kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz “partilere, örgütlere, cemaatlere” tapar. Öyle ki örgütlenerek, örgütlenemeyenleri çaresiz bırakmak, esir almak isteriz. Bunları yüce amaçlar uğruna kendi ellerimizle yontarız (kurarız), sonra yonttuğumuzu amaç haline getirir, yontu (parti, örgüt, cemaat) zindanının müebbet mahkumu oluruz. Bunlarla asıl büyük cemaatten (halk, kitle, ma’şeri vicdan) kopar, ona tepeden bakarız.

Kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz “kariyere ve konfora” tapar. Öyle ki oraya çok uzun yıllar bekleyerek gelmişizdir. Artık bizim için korku yoktur, tasa da geride kalmıştır. Asude fanusların içinde mutluyuzdur.  Artık ne pahasına olursa olsun onu korumaya yönelir bütün eski fotoğrafları yakarız. Böylece bulunduğumuz yerin biçimini alır ve con-form oluruz. Artık her şekle girmeye hazırızdır yeter ki elimizden gitmesin.

Kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz “eserlere” tapar. Öyle ki eserimizin esiri olur, onu aşamayız. Bu kimimiz için bir meslek, kimimiz için yazarlık, kimimiz için yönetmenlik, kimimiz için müzisyenlik, kimimiz için ressamlık, kimimiz için akademisyenlik, kimimiz için askerlik vs. olabilir. İnsanın eseri (rütbesi) de kendi yonttuğudur ve tapınç nesnesi haline gelebilir…

***

Demek ki Allah kulu, kul Allah’ı ile; peygamber ümmeti, ümmet peygamberi ile; kitap okuyucusu, okuyucu kitabı ile; iktidar halkı, halk iktidarı ile; karı kocası, koca karısı ile; öğretmen öğrencisi, öğrencisi öğretmeni ile; şeyh muridi, mürid şeyhi ile; teşkilat mensubu, mensubu teşkilatı ile velhasıl iki şeyden birisi diğeri ile tek yanlı, kuralını kendisi koyarak (kendi elleri ile yontarak), muhatabını hiç dinlemeden, dikkate almadan, gözetmeden ilişkiye giriyorsa, bu ilişki biçimi hegomoniktir.

Orada diyalog yok, monolog vardır. Konuşamayan, karşılık veremeyen, dilsiz bir put vardır orada. Zaten put da budur; diyaloğa girilemeyen…

Velhasıl, daha hangisini sayayım, ömrümüz kendi ellerimizle yonttuklarımıza tapınmakla geçiyor.

Kimimiz kendi ellerimizle yontuğumuz “servete” tapınıyor.

Kimimiz kendi ellerimizle yontuğumuz “devlete” tapınıyor.

Kimimiz kendi ellerimizle yontuğumuz “şöhrete” tapınıyor.

Kimimiz kendi ellerimizle yontuğumuz “şehvete” tapınıyor.

Bütün bunlar ancak saf bir yürek temizliği (ihlâs) içindeki  “özgür ve yüce ruhları” teslim alamaz. Sadece özgür ve yüce ruhlar kendi elleriyle yonttuklarına tapmazlar. Çünkü yalnızca onlar hayır () diyebilme cesaret, kabiliyet ve imanına sahiptirler…

En büyük eşitleyici ilke olarak ölüm, her daim bize, kendi ellerimizle yonttuklarımıza tapmamamız gerektiğini öğretir durur. Çünkü mezara bunların hiç birisini götüremeyiz. Bilakis kendi ellerimizle yonttuğumuz mezarın içine konuluruz.

Ve orada bir ses şöyle der: Yâ Sin! (Ey İnsan!) Hayatın kendi ellerinle yonttuklarına tapmakla geçti. Ve şimdi onların hiçbirisini yanında getiremedin. Nerede yonttukların? Sana demedim mi eline geçenle (yonttuğunla) şımarma, eline geçmeyenle (yontamadığınla) üzülme diye.  Bugün yonttuklarının seni kurtaramayacağı, yontmak isteyip de yontamadıklarının da sana hiçbir fayda vermeyeceği gündür!

O gün gelmeden önce kendi ellerinizle yonttuklarınıza tapmaktan vazgeçin.

Neye hayır () diyemiyorsanız o sizin ilâhınızdır.

Elinize geçenden (yonttuklarınızdan) dolayı şımarmayın, elinize geçmeyenden (yontamadıklarınızdan) dolayı da üzülmeyin.

Yontulara bağlı yaşamaktan kurtulun, özgür olun.

İnsan” hiç kendi yonttuklarının önünde eğilir mi?

‘Kendi ellerinizle yonttuklarınıza mı tapıyorsunuz?’

Bu yazı MAKALELER içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

33 Responses to KENDİ ELLERİYLE YONTTUKLARINA TAPANLAR

  1. Emin dedi ki:

    "Neye hayır (Lâ) diyemiyorsanız o sizin ilâhınızdır."En son sayı, en son lâ yoktur. Sürekli lâ ile…

  2. hasan özdal dedi ki:

    teşşekür ederim..allahım hikmetli kitabın ayetlerini yaşamayı hepimize nasip etsin…kuran diyor ki muhsin olanlara bir hidayettir ve bir rahmettir…muhsin=(tdk.)İyilikte, bağışta bulunan, ihsan eden.saygılarımla..

  3. zafer özer dedi ki:

    Düşünüyorum da hayata bu perspektiften bakabilmek ve kendi ellerimizle oluşturduğumuz putların farkına varabilmek ve bunlara la diyebilmek için nasıl biz zihinsel hazırlık/kararlılık gerek. İhsan hoca, ya sınavı zorlaştırıyor ya da sınavın zaten zor olduğunu hatırlatıyor. Hayata bu çizgiden bakabilmek özel meziyet istemez mi?

  4. guzel bir makale okudum yazan kalemden dusunen beyinden yasayan yurekten Allah raazi olsun.selam ve dua ile

  5. sema tekeli dedi ki:

    bugün belki de farkına varmadan yaptığımız en önemli hatalar bunlar ,Rabbim gerçek imanın lezzetine vararak sadece kendi şanını yücelttiğimiz bir hayatı nasip etsin,ruhumuzu bütün esaretlerden arındırsın…Allah razı olsun..

  6. ibrahim sarıca dedi ki:

    ihsan abi sanırım en büyük zorluk kapitalist bir havayı soluyan ben müslümanım diyen her kişiye vermenin ne menem bir şey olduğunu anlatabilme güçlüğü olsa gerek.Bu atmosfer yurdum insanını öyle bir kuşatmış ki seyidler mollalar hacılar hocalar din adına konuşanlar ve bunların kahir ekserisi vermenin ne demek olduğunu ya hiç anlamamışlar ya da kıkda bir vererek arınanlardan olduklarını sanmışlar.ve şimdi birileri çıkıyor tekrardan lehül mülk´´ü hatırlatıyor,kuranı kerim gözle okuyun diyor vs vs.Bu nekadar zor bir çaba allah kolaylıklar İHSAN etsin.

  7. Cevdet Sancak dedi ki:

    Sn.Eliaçık,Harika yazılar..Ancak,öylesine teorik doğrulardan bahsediyorsunuz ki nefsi,duyguları, istekleri yani insanı kötüye sürükleyebilecek tüm heyyulalardan azat olması gerektiğini söylüyorsunuz ki bu mümkünmü?Mümkünse bu tür insanın melek olması gerekmez mi?Diğer yönden , insanların rahat yaşama , fakirlik ve yoksulluk çekmeme, çocuklarının ve yakın aile fertlerinin de ileride sıkıntıya düşmeme istekleri ve bu doğrultu da helalinden mal varlığı edinmeleri çokmu kötü bir şey.Bu hali putlaştırma olarak nasıl değerlendirebiliriz.Tabii ki ihtiyaç kadarı kadar …Ve tabii ki sürekli çalışıp,üretip fazlasını paylaşma inancı ile…Yok mal , mülk insanı puta yaklaştırıyor.O halde bunlara sahip olmamak için bir lokma ,bir hırka anlayışına mı…!Bu durum da her konuda terakki nasıl olacak?

  8. KAYRA dedi ki:

    S.A. Geçen gün tam da bunu buna benzer şeyler düşünüyordum. Günümüzün putları neler olabilir? Bilerek olamazdı ama bilmeden farkına varmadan putlaştırdığımız, istemeden ve kasıtsız olarak hayatımızın odağına yerleştirdiğimiz, vazgeçilmezler kıldığımız neler olabilir diye….O kadar çok, o kadar çok şey vardı ki aklıma gelen, sonra korktum düşünmekten, belkide putlarımı kaybetmekten korktum, daha sonra bu korkumun bile bir put olabileceğini düşündüm. İhsan Hocanın makalesini okuyunca da tüylerim diken diken oldu. Ben makalede zikredilen ayetleri evvelce belkide 20 defa okumuştum, üzerinde çok düşünmüştüm ve Rabbimin buradaki muradının ne olduğunu kavrayamamıştım, peygamber kıssalarındaki ifadeler bana eski zamanların mistik hikayeleri gibi geliyordu. Çünkü, bu devirde kendi elleriyle yonttuğuna ibadet edecek (fiziki anlamda) bir gerizekalı olamaz diye düşünüyordum. Putlara tapan insanların o devirlerde ne kadar da banal ve basit insanlar olduğunu düşünürdüm. Hiç bu denli anlamamış, hiç bu denli etkilenmemiştim. Okurken, düşünürken hiç bu denli ağlamamıştım. Şu anda hıçkırıklarımı tutamıyorum. Meğer ben bu ayetleri bunca zamandır ölü bir tarihi metni okur gibi okumuşum. Şimdi çok iyi anladım ki etrafım, bütün çevrem kendi ellerimle yonttuğum putlarla doluymuş, ben bir PUTPEREST imişim de farkında değilmişim meğer. Bana Kur'an'ın hala canlı olduğunu hatırlattın hocam. Ben de karar verdim: bütün putlarımı yıkacağım ve en büyüğünün boynuna baltamı asacağım.

  9. kenan mermer dedi ki:

    Hayatı inşâ eden bu kaostur fakat… Muhalefetimizi celbeden şeye sarılarak yükselttiğimiz felsefemiz de bir put olabilir… Bu kavgayı var eden şeyin, varlığı da önem arz eder öyleyse… Her zaman bir "lâ" ile yola çıkamayabiliriz lâkin; bir "illâ" inşâ ediyorsak nihayetinde zaaflarımız da bu çemberde hakikatın bir izdüşümü değilse nedir? Eğer söylemekse bir şeyi kökünden sökecek şey, "Mammon öldü" bu kerelik! Yeni mammonlar yeni ibrahimlere ilham vermeye devam edecek vesselâm….

  10. hasan hüseyin dedi ki:

    Puta tapanlar için zor Allaha tapanlar için çok kolay.

  11. hasan hüseyin dedi ki:

    Puta tapma konusunda terakki etmede geri kalan bütün alanlarda terakkide özgürsün.(İhsan Hocam sizi anlamak bu kadar zormu,halbuki Türkçe de yazıyorsunuz.Anlamlı anlamlı kafanızı salladığınızı "anlıyorlar anlıyorlar da…"dediğinizi duyuyor ve görüyorum:)).Hocam girdiniz put bahçesine ne putlar rahat ne puta tapanlar.Allah yar ve yardımcınız olsun.

  12. hasan hüseyin dedi ki:

    Milyarlarca insan Kuranı sizin okuduğunuz gibi okuyor ama siz o milyarları bir çırpıda geride bıraktınız çünkü baltayı elinize aldınız.Girdiğiniz yol ne şerefli bir yoldur inşallah bizede nasib olur.

  13. HARUN ALTUĞ dedi ki:

    Selam İhsan Hocam, selam size kardeşlerim, Allah razı olsun,putlarımız (arzu nesnelerimiz) güzelce deşifre edilmiş, çok güzel.Neye "lâ" diyeceğiz, inşallah teoride de olsa,anladık. Amma en önemli kısmı şu dur ki…Elindekini "at" dediğin adama, artık ona hiç bağımlılık ve de ihtiyaç hissetmeyeceği bir şeyi "al" demek gerek ki putundan vazgeçebilsin.Sanırım hocamız, hertürlü ihtiyacı gideren Allah'ı da (ki hocamın tefsirinde bu ifadenin karşılığı "halk"ı), umarız, teoriden pratiğe yansıtacaktır. Devletin (örgütlenmiş halk); onu oluşturan fertlerin ihtiyaçlarını, en zarurii olanından başlayıp önemine göre asli ihtiyaçlarını, adım adım , hangi usul ve araçlarla, nasıl sağlatacağına dair bir Kur'an-ı Kerim okumasını da hocamızdan tez zamanda umarız inşallah.

  14. Aşık dedi ki:

    Banka hesabında milyon dolarlar olan bir insana, onun bir lirasını dahi paylaşmayacağını bilsek bile, saygı duyarız; sözü her zaman geçer akçedir.Mesleki başarıları ile nam salmış bir kişi gözümüzde bir "ilahtır". Onun gibi olmak isteriz, onun gibi olabilirsek mutluluk duyacağımızı düşünürüz.Boğaza nazır bir yalıda oturan arkadaşımız her zaman gözümüzde havalıdır. Onunla iyi arkadaş olmak isteriz; bizi evine hiç bir zaman davet etmeyecek olsa bile.İş yerinde müdürümüzden nefret ederiz; ama o koltukta ben otursam neler neler yapardım diye hayaller kurmaktan geri kalmayız. Oysa o koltuğa oturduğumuzda bizim de nefret edilesi birisine dönüşeceğimizi düşünmeyiz bile.Kürsüde akıcı bir şekilde konuşan hocamıza yan tarafımızda oturan kişiden daha çok saygı duyarız. O bilgildir ve zekidir. Onun gibi olmak isteriz; onun gibi olmak için çabalarız. Ona duyulan saygının gelecekte bize de duyulmasını temenni ederiz.Bunları yaparız çünkü filmin bütününü görmeyiz. İşin estetiğine kapılırız. Filmin bir an "son" diyerek biteceği gerçeğini düşünsek bile pek de umursamayız.Toplumun bize "güzel olan budur" dediği hallere ulaşmak için bir ömrü feda ederiz. Varoşta oturan "pis kokulu" "serserilerden" uzakta bilmem ne kadar servetlik konutlarda yaşamak "güzeldir"; banka hesabımızda, onlarla hiç bir şey yapmasak da, milyonlarca mamon olması "güzeldir; karşı cinsten ne kadar çok kişi ile beraber olursak o kadar "güzeldir", başarıdan başarıya koşmak, rakipleri kıskandırmak "güzeldir", herkese tepeden bakabilmek "güzeldir"…Bunları yaptıkça kalbimiz kin, nefret, öfke, intikam, rekabet, hırs, bencillik duygularıyla dolar taşar. Kalbimiz bu duygularla doldukça "güzel" olanları daha çok isteriz. Sevgi denen duygu ise sadece kendimiz ve bir kaç yakınımıza özel bir duyguya dönüşebilir, en iyi ihtimalle. Sonra Mevlana seslenir uzaklardan:Kardeşim sen düşünceden ibaretsinGeriye kalan et ve kemiksinGül düşünür gülistan olursunDiken düşünür dikenlik olursunFilmin sonunda kaçınılmaz olarak bize sadece dikenliğe dönüştürdüğümüz kalbimiz kalacaktır, bedenden arta kalarak. Belki de cehennem denen yer de battıkça tenimizi yakan o dikenlik olacaktır. Kendi yakıtımızı zaten beraberimizde getirmişizdir.Sakın yanlış anlamayasınız. Bu dediğim senaryo beş vakit namazını kılan, kırkta biri veren, ramazanda oruç tutan, ne anlama geldiğini dahi bilmediği arapça kelimeleri tekrar edenler için geçerli olamaz. Namazdan sonra karısını dövse de, kırkta biri vermek eşitsizliği gidermese de, iftarda hurmanın üstüne mükellef sofralar kurulsa da, büyü yapmaya çalışan bir papağana benzeseler de onlara bir şey olmaz kolay kolay…bu dünyada.

  15. cuma özusan dedi ki:

    Böyle takdirkâr okuyucular olduktan sonra bize yazacak bir şey kalmamış. Hepinizin ellerinize ve yüreklerinize ve dimağlarınıza sağlık. Okuyup anladıklarınızı yaşamak dileğiyle Allaha emanet olun kardeşlerim.

  16. M.Polat dedi ki:

    Kabe denen,beytullah denen insan eliyle yapılma taşa(puta) günde 5 kez yönelerek Allahı andığımızımı zannediyoruz.Bunu gerçekten Allah bizden istiyormu.Kuranda bu varmı yazıyormu bunlar.İhsan hocam dediğiniz gibi insan kendi eliyle kazdığı yükselttiği taşa,puta tapınıyor.Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

  17. misafir dedi ki:

    " Allahtan(halktan) " kısmını düzeltir misiniz?

  18. cuma özusan dedi ki:

    M.Polat isimli kardeşimin kabe hakkındaki düşüncelerini hayretle karşıladım. Elbette Allah namazda kabeye yönelmemizi istiyor. Ve bu farzdır. Bunun putçulukla alakası yoktur. Putçuluk bizim kafamızdadır. Kabeye, Beytüllaha yönelmek Kuranda geçer. Bakın bütün mihraplarda şu ayet yazılıdır: yüzünü mescidi haram tarafına döndür. bakara 144.فول وجهك شطر المسجد الحرام selamlar.

  19. hasan hüseyin dedi ki:

    Üstteki makaleyi tamamlayan tokat gibi bir yazı olmuş.Tokatlaya tokatlaya bakalım "baygın vatandaş"ı uyandırabilecek misiniz?.Yüreğinize,kaleminize,beyninize sağlık Aşık Hocam.

  20. ömer özçelik dedi ki:

    allaha şükür dünyadan samimiyet ve ihlas henüz silinmemiş bizi ferahlattın alla ta seni ferahlatsın ihsan eliaçık ağabey.

  21. Aşık dedi ki:

    ” Allahtan(halktan) ” kısmını düzeltir misiniz?Yanlış hatırlamıyorsam İhsan Eliaçık Kur'an'da Allah kelimesi yerine insanlık kelimesi koyulduğunda da Kur'an'ın anlaşılabileceğini söylemektedir. Umarım gene yanlış hatırlamıyorumdur ki bu görüş Ali Şeriati'de de mevcuttur. Şahsen anladığım kadarıyla bu görüş Allah'ın insana, insanlığa, tarihe ve tabiata içkinliği fikrinden kaynaklanıyor. Yani insana zulmeden, insanı aşağılayan, onu sömüren aynı zamanda onu yaratmış olan ve onun özünde mevcut olan Allah'a karşı bu fiilleri gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Oysa böyle bir şey mümkün değildir. Bunu yapanlar aslında kendilerinin sonunu ve helak edilmesini hazırlamaktadırlar.Kabe meselesine gelirsek; aslında arkadaşımız doğru bir noktaya parmak basıyor. Günümüzde Hac ibadeti yapılış şekliyle bir puta tapınımı çağrıştırıyor. Bu ritüel Hz. İbrahim'in, insanlığın ve Allah'ın birliğini sembolize eden Kabe'yi ziyaret ederek bir bilincin pekiştirilmesini hedefler. Tüm insanlığın bir ve eşit olduğu fikri ve inancını bir yana bırakıp, sadece bir gelenek olarak veya toplumda saygınlık kazanmak amacıyla yapılırsa bu bir puta tapma ayinine dönüşür. Günümüzde Kabe'yi ziyaret eden bir çok insanın bu hataya düştüğü fikrindeyim. Kabe sadece bir semboldür, yoksa Allah'ın yarattığı her hangi bir topraktan veya taştan daha "kutsal" değildir. Allah'ın yarattığı hiç bir varlık diğerinden üstün değildir! Hepsi aynı birliğin birer parçasıdır.

  22. ahmet uysal dedi ki:

    sn eliaçık yine çok güzel bir noktaya temas etmiş.eline sağlık.aşık kardeşin yorumuda bunun üzerine cuk oturmuş.rabbim tüm kardeşlerin yar ve yardımcısı olsun.uyandırma faaliyetlerine korkmadan ve yılmadan devam selam ve dua ile ahmet uysal bursa

  23. misafir dedi ki:

    "Allahdan(halkdan)" inanışı;öyle düşünenin, makalede belirtildiği gibi putudur. Kur'an-ı Kerim'in, İhlas ve Fatiha sureleri başta olmak üzere bütün manasına aykırıdır. Hadislere aykırıdır. Allah(CC), hepimizi; Kur'an-ı Kerim'i, Rasulullah(SAV) gibi anlayanlardan eylesin. Amin.

  24. ümit dedi ki:

    sa"Gönlümde bir yol var insana giderVarıp hayvanlara olmam köle benAslım bir cevherdir bin kıymet ederGidip karışamam her bir pula ben"teşekkürler..mükemmel bir makalerabbim senden razı olsun

  25. Aşık dedi ki:

    Kur'an'ı okurken Allah yerine halk, insanlık, tabiat gibi kelimelerin de düşünülerek okunabileceği elbette Allah'ı bunlardan ibaret kıldığımız anlamına gelmez. Aksi taktirde bir çeşit panteizm icat etmiş olurduk. Misafir arkadaşımızın da dediği gibi Fatiha suresinde tanımlandığı şekilde Allah halktan ibaret değildir. Çünkü halkın "hesap gününün sahibi" olduğunu söyleyemeyiz. Veya İhlas suresindeki tanımlandığı şekliyle "doğurmaz ve doğurulamaz" bir halk yoktur. Ama gene İhlas suresinde belirttildiği gibi Allah "bölünmez bir bütündür." Yani halk Allah'tan ayrı bir şey olarak düşünülemez. Allah'tan bihaber olan halktan, halktan bihaber olan da Allah'tan bihaberdir diye düşünebiliriz. Hz. Peygamber de aynı inancı taşımasaydı neden diri diri gömülen kız çocukları için isyan ederdi? Neden halkın en alt tabakasında zulüm gören köleler için savaşırdı? Neden karar alırken halkıyla beraber karar alırdı? Neden fakirler gibi mülksüz olarak dünyaya veda ederdi? Çünkü halk Allah'ın bir ayetidir ve bu ayet inkar edilemez! O ayet yeri gelir tabiat olur Hz. Nuh Peygamber'in kavimini selde boğar; yeri gelir cinler (Babilliler) olur Hz. Süleyman'ın mabedinde çalışırlar; yeri gelir çekirge sürüsü olur Firavun'a bir çağrı olur. Allah'ı, onun gönderdiği kitabı ve peygamberi hayattan soyutlayarak düşünmek putperestliğin temelidir. Putpereslikte Allah inancı olmasına rağmen; ona ulaşmak için bir sürü sahte tanrılar ve yarı tanrılar icat edilmiştir. Yani, putperestlere göre Allah bu dünyada hüküm sürmez; fakat aracılarıyla bunu yapar. İslamda bu sebeple kilise olamaz, bir ruhban sınıfı olamaz. Allah bizzzt ve doğrudan yaşadığımız hayatın içindedir ve bize şah damarımızdan daha yakındır. Bunu söylemek elbette Allah sadece bu yaşadığımız hayattan ibarettir demek anlamına gelmez.

  26. misafir dedi ki:

    Allah(CC); "Tek ve Bir"dir. "Evvel"dir. "Hiç bir şeye benzemez"."Aşık(İhsan)" kardeşim, "Allah'tan(halktan)" düşüncesi, yanlışdır. Düzeltilmelidir. Dünya "misafir"liğiniz bitene kadar vaktiniz var.Allah(CC), Rasulullah(SAV)'in anladığı gibi Kur'an-ı Kerimi anlamamamıza yardım etsin.

  27. nane limon dedi ki:

    Sabah-akşam okunası yaaaaaa.

  28. Said dedi ki:

    ihsan ve aşıkın şu batil görüşlerinden tevbe etmesi ve şehadeti tekrar ikrar etmesi gerekir..

  29. Said dedi ki:

    yanlış hatırlıyorsansa nasıl olacak.. ayrıca ali şeriati hüccetmidir ?söyledikleriniz ap-açık bir küfür.. bunları terk etmeniz lazım..

  30. Mustafa dedi ki:

    Uzun zamandır bu sitedeki yazıları ve yorumları okuyoruz. Bir çok konuda düşüncelerimize ve yapmak istediklerimize cevap veren, mantıklı fikirlerle karşılaşmak bizi umutlandırıyor.İçinde bulunduğumuz çağda ve zamanda bize bazı şeylerin zamanı gelmeden gerçekleşmeyeceğini söyleyenlere hak vermekle birlikte, beklemenin de haksızlık ve sorumsuzluk olduğunu, bize düşen görev ve vazifelere karşı mazeretler uydurduğumuzu düşünüyoruz.La İlahe İllalah ve Lehül Mülk'ü kalbinde, aklında hissedenler, bu sözlerin hedefini ve amacını görenler ne zaman bir araya gelerek, Devrim (Cihad) diyerek bağıracaklar, merak etmeden duramıyoruz. Biz bireysel olarak bunu yapmaya gönüllü ve hazırız. İhtiyaçlarımız dışında bize ait olmayanları vermek ve bunu gerçekleştirmek için bağırıyoruz. Bizim gibi düşünen ve bağırmak isteyen kaç kişi var? Neyi bekliyoruz?

  31. Ehli Beyt Dostu dedi ki:

    Hak razı olsun İhsan Eliaçık hocamızdan. Gerçekten de hiç güncelle(ye)mediğimiz bir yön ile ayetteki kelimeleri-konuları güncelliyor. Elbette bu mesajı başka bir çok ayette de almamız mümkündür, ama her ayette hiç de aklımıza gelmeyecek mesajlar alınmasını sağlayacak derin tefekkürlere ulaşmak ve haikikatleri gözler önüne sermek her babayiğidin kârı değildir.Elbette hocamızın da her fani gibi eksiği, hatası vardır. Bu Ali Şeriati için de İhsan hoca için de hemen hepimiz içinde geçerlidir. Doğrulara-açılımlara eyvallah, yanlışlara 'Lâ' diyenlerdeniz hamd olsun. Lâ diyebilmenin muhteşemliğini ve emsalsizliğini öğrenirken Hoca eendinin de hatalarına Lâ çekemiyor olmak elbette olacak iş değildir.. Gerçeğe Huuuuu…

  32. R.ecep bey itidal diyor denge diyor paylaşma diyor erdem,fazilet vebütün ulvi duyguların yaşama geçirilmesi için kendini paralıyor.BAŞARILI OLABİLİYORMU* bence cephede bazı mevzileri kazandığını düşünüyorum. fincancı katırlarını ürküttüğü de kesin bir gerçek.

  33. Candaroglu dedi ki:

    Ihsan Bey demiski:1- "Demek “Allah” bizim için put olabilir."2- "Keza “Kur’an” da bizim için put olabilir."3- "Keza “Peygamber” de put olabilir."Ben bu ifadeleri bir müslümana yakistiramiyorum. Ihsan Bey belki bir fikri ifade babinda iyi iyetle bu cümleleri yaziyor olabilir. Ancak fikirleri ifade icin baska ifade yollari da var. Bir müslümanin Allah lafz-i celilinin yanina, peygamber, Kur`an kelimesinin yanina "put" kelimesini koymasi bile edeb-i islamiyye ile uyusmaz. Fikren anlatmak istedigi meselede ne kadar iyi niyetli olsa da bu yapilmaz. Kitap, Kur`an. Allah, melek ve bir sürü bildigimiz dini kavramlari cer cöp ile, pislik ile, yolsuzluk ile anmak bu kavramlarin muhtevasin saygisizliktir ve onlari eskitir, alelade hale geitririr, degersiz kilar. Bunun Islam kelimesini mütemadiyen terör kelimesi ile birlikte zikretmeye özen gösteren kaynaklarin yaptigindan farki nedir? Hangi din büyügümüz Allah lafz-i celilini "put" kelimesi ile bir arada kullanmis? "Allah" deyince zaten "put olmayan" anlasildigi halde, bunu kalkip ta "Allah bizim icin put olabilir" (Hasa!) demek cok cüretkarane bir tutum. Allah korusun. Yazik ki, bir iki yorumcu haricinde buna tepki duyan yok.Cok keskin bir dil. Allah encamimizi hayreylesin.

Yorum bırakın